
Ah, ne saadetti, itibarın altın ve gümüşten daha değerli olduğu zamanlar! İnsan sözünün senet, yüzünün ise kefil olduğu devirler…
Şimdi ise, hakikatin ağırlığını kaldıramayan bir dünyada, gözlerimizin gördüğüne, kulaklarımızın işittiğine tahammül etmek ne mümkün!
Zaman, adeta ruhumuzu lime lime eden bir bıçak gibi… Onurun ayaklar altına alındığı, erdemin maddeye kurban edildiği, doğruların eğrildiği bir çağda nefes almak, insan kalmak ne çetin bir imtihan!
Ey kadim zamanların asil ruhları! Sizler, doğruluk ve adaletin hüküm sürdüğü diyarlarda yaşayıp göçtünüz. Biz ise, vicdanın unutulduğu, sözlerin pula döndüğü, dostluğun menfaatle ölçüldüğü bu çorak vakitte savruluyoruz.
Ey zamanın sahibi! Bizi neyin sınavına tabi tuttun ki, gördüğümüzü inkar edemiyor, duyduğumuza alışamıyor, hissettiğimiz acıyı dindiremiyoruz? Ne zaman düzelir bu devran, ne zaman hakkın sesi, paranın fısıltısını bastırır?
Ve bizler, bu devranın içinde kaybolurken, kim bilir, belki de itibarın paradan değerli olduğu o güzel zamanların hayaliyle göçüp gideceğiz…